20 senedir yazılım uzmanı olarak çalışıyorum. Niye bunu ilk yazdım; çünkü mesleğimiz ve çalışma stilimiz yaşamımızı önemli ölçüde tanımlar. Avrupa ve Amerika seyahatlerimde tanıştığım insanlardan da aldığım ilk sorulardan biri bu. Günün nasıl geçti gibi bir soru bu bence çünkü günümüzün içinde çoğunlukla iş de var.
2015’ten beri evden/uzaktan çalışıyorum. Hatta 2015’te sık sık Pragdan çalışıyordum. Önce hibrit sonra tamamen uzaktana geçtim. Trafiğe saatlerini harcamadan yaşıyor olmak büyük lüks.
Seyahat etmeyi çok seviyorum ve çoğunlukla yalnız seyahat ediyorum. Seyahat beni ana bağlayan şeylerden biri, meditasyon gibi.
Elle bir şey üretmeyi seviyorum; işimde de bir şeyler üretiyorum ama sanal ortamda o yüzden aynı tatmini vermiyor. Elle yapılan hobilerin çoğunu denedim (resim, seramik, dikiş vs) biraz maymun iştahlıyım; ikizler burcunun özelliği. Dayanma kapasitem çok yüksek, düzeni disiplini severim; bu da yükselenim başağın özelliği.
Dengeli bir hayat yaşıyorum. Bence iyi bir hayat yaşamanın sırrı dengede. Çalışmadığım zamanlarda spora, hobilerime, sosyalleşmeye, seyahate yetecek kadar zamanım ve kazancım var, şükür. Günde 2 saat spora ayırıyorum. Spor salonu, yoga stüdyosu, kürek kulübüne tempolu yürüyerek gidip gelmek zaten 30-45 dak, hazırlık+spor da 1-1,5 saat sürüyor. Sporumu da dengeli yapıyorum; ağırlık, direnç, kuvvet, core, yoga vs.
Günde yaklaşık 1 saatimi kişisel bakıma ayırıyorum; yüz yogası, yüz masajı, temizlik vs. Günde 5-10 dak ters duruyorum. Doğal yollarla genç ve sağlıklı kalmaya çalışmak çok zaman alıyor ve çok şükür ki benim bu kadar zamanım var.
Evden çalışmaya başladığımdan beri günde iki öğün yiyorum. Kahvaltı en sevdiğim öğün; geç ve uzun ve keyifli bir kahvaltı yapıyorum protein ve yağ içerikli. Aralıklı oruç olsun diye değil de tatlı canım öyle sevdiği için öyle yapıyorum. Bilmeden, sevdiğim için uyguladığım yemek düzeni meğer beden için faydalıymış, sonradan öğrendim. Ofis yıllarımda sabahın köründe bir şeyler yemek beni hiç mutlu etmezdi. Tam bir kuruyemiş canavarıyım. Bu kadar yağlı besleniyor ve arkadaşlarımdan fazla yiyor olmama rağmen yağ oranım %11, hep düşük. 20li yaşlarda ilk ölçtürmeye başladığımdan beri böyle. 15 yaşımdan beri aynı kilodayım. Yağ ve protein ağırlıklı ve düşük karbonhidratlı beslendiğimi söyleyebilirim.
Dışardan eve yemek söylemem. Ya organik ürünlerle evde kendim yapıyorum ya da dışarıda iyi bir restoranda yerim. Yemek yapmayı seviyorum ve buna zamanım olduğu için her gün şükrediyorum.
Gluten, laktoz içeren besinler almamaya çalışıyorum. Arada bir keçi sütünden peynir/yoğurt yapıyorum.
Sosyalleşmeyi sevdiğim ve sık sosyalleştiğim ve sosyalleşme ortamları da genelde alkollü ortamlar olduğu için çok alkol almış oluyorum. Bir yandan alkolün verdiği keyif durumunu da seviyorum ama artık evde alkol bulundurmuyorum. Sosyalleşmenin bedeli alkol oluyor. Alkol içerek bedenime zarar vereceksem bunun bir karşılığı olmalı diye düşünüyorum, o da sosyalleşmek. Orada da denge var.
Bedenime verdiğim zarar kadar fayda da sağlamaya çalışıyorum. Aldığım bir çok takviye var, tabi ki doktor kontrolünde. Paketli, işlenmiş yiyecek yemiyorum. Şekeri epey azalttım. Zaafım dondurma haricinde rafine şekerli gıda pek yemiyorum. Hamurişiyle zaten aram yoktur.
Gençken iyi ki istediğimi yiyip içmişim, bunu engelleyecek herhangi bir hastalığım ya da kilo sorunum olmadı. O zamanlar yediğim zararlı yiyeceklerin bedenime kötü bir etkisi olmuyordu, şimdi korkudan aldığım toksin kadar antioksidan alayım hesabı yapıyorum. Eskisi gibi bol şekerli, bol alkollü, glutenli, laktozlu beslensem yine de şu anki gibi genç kalabilir miydim bilemiyorum, o riski alamıyorum.
Yazın soğuk suyla duş alırım, kışın da son suyum soğuktur.
Zifiri karanlık odamda kulak tıpaçlarımla günde 7-8 saat uyuyorum. Horladığım görülmemiştir çünkü gece/gündüz hep burnumdan nefes alıp veririm. Hatta burnum tıkalı olduğu zamanlarda uyuyamam; ağzımdan nefes alamadığım için. Yogada herkesin matı su içinde kalır, benden bir damla ter akmaz, sakince burnumdan nefes alıp verdiğim için. Kendimi zorlayarak değil, küçüklüğümden beri doğal olarak yaptığım bir şey, çok şükür.
Pandemide aldığım mindfullness eğitiminden sonra 1 sene kadar her gün meditasyon yaptım, şükür defteri tuttum. O zamandan beri de iyice şükürcü oldum. Eskisi kadar sık ve uzun olmasa da meditasyona devam ediyorum.
Amacım 100 yaşına kadar yaşamak değil ama yaşadığım süre boyunca sağlıklı ve genç kalmak. Sanırım kendim için, sporu fazla kaçırıp kendimi sakatladığım zamanlar dışında yaşam boyu sağlıklı ve iyi görüntüde kalabilmek için gereken optimum koşulları buldum. İnsan bedenini dinleyince kendisi için neyin iyi olduğunu fark ediyor. Tabi bunları yapabilmemi insaflı çalışma sürelerine sahip olan ve micromanagement yapılmayan işyerim sağlıyor, şükür. 2013 öncesi çalıştığım şirketlerde çok acayip davranışlara maruz kaldığım oldu. Mesai bitimine 5 dakika kala fazla mesaiye bırakmak için gelip yeni iş çakan yönetici mi dersin; tuvalette kalış sürelerimizin, öğle yemeğinden 5 dak geç gelmemizin çetelesini tutan yönetici mi dersin. Sonra da bizi yemeğe çıkarıp 2 saat kalmamıza izin verip iyi davranıp dengemizi bozuyordu. Neyse ki sonradan hem daha çok kazandığım hem de çok mutlu ve ait hissettiğim bir işyerine girdim. Şimdi o şirkette çalıştığım arkadaşlarımla bir araya gelip geriye dönüp baktığımızda biz neler yaşamışsınız ya deyip gülüyoruz ama o zamanlar pek iyi hissettirmiyordu tabi.
Rutinleri severim. Spontan şeyler arada bir yaparım, daha çok planlıyımdır. Planlı olmak bana daha güvende hissettiriyor, hata yapma olasılığını aza idiriyor diye düşünüyorum.
Freud, düşüncelerini çok benimsediğim bir psikiyatrist olmasa da (ben daha çok varoluşçuları seviyorum) şu sözü beni tam tanımlıyor: “Bir insan bir yere bakıyorsa orada ilgilendiği bir şey vardır. Bir insan bir yere hiç bakmıyorsa, orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır.”
Sabah insanıyım, erken kalkıp işlerimi bitiririm.
Hiç yorulmam, hiçbir şeye üşenmem, enerjim hep yerindedir, şükür.
Kazancımı eşyalara değil, deneyimlere ve sağlıklı yaşama harcıyorum.
Hayatı özenli yaşamaya çalışıyorum, geçiştirerek değil yaptığım şeye dikkatimi vererek. Bulduğum gibi hatta daha iyi bırakmaya dikkat ediyorum.
Seyahat etmeyi sevdiğim kadar evimi ve mahalle kültürünü de seviyorum; seyahat edip evimi özlemeyi, rutinime geri dönmeyi. Yeni mekanlar keşfetmeyi sevdiğim kadar müdavimi olduğum yerleri de seviyorum. Sosyalleşmeyi sevdiğim kadar yalnız kalmayı da seviyorum.
Sigara içilen ortamlar beni çok rahatsız ediyor. Başkasının sigarası yüzünden benim mis kokan saçlarımın ve tertemiz ciğerlerimin zarar görmesi hiç hoşuma gitmiyor. Sigara içenlerin yalnızca kendilerini leş gibi kokutacakları ve kendilerine zarar verecekleri bir sigaranın icat olacağı zamanı sabırla bekliyorum.
Kimseyle yarışa girmekten hoşlanmıyorum. Beni bir sınava sokun, yüksek puan almak için kendi kendime çalışayım ama beni yarıştırmayın, karşılaştırmayın. Rekabet söz konusu olduğunda kaçıyorum. Birilerinden daha iyi olayım hırsım hiç bir zaman olmadı.
Evcil hayvan bakmaya bir süreliğine ara verdim çünkü bir sene içinde üç kuşumu kaybettim, bu üzüntü bana çok ağır geldi. Benim sorumluluğumda olan bir cana en iyi şekilde bakmak için elimden gelenin fazlasını yapıyorum, çok seviyorum, çok bağlanıyorum, kendimi adıyorum, onlara kötü bir şey olduğu zaman da kendimi suçluyorum. Kuş deyince insanlar önemsemiyorlar ama bana göre her canın değeri aynı. Ne kadar sevgi verirseniz o kadar bağ kuruyorsunuz, canın büyüklüğü ya da formu önemli değil.
Şu yaşa kadar başıma kötü şeyler gelmiş olsa da çok feci bir şey gelmedi şükür. Bazen etrafımda melekler olduğu ve beni korudukları hissine kapılıyorum.
Hayatta yüzlerce pişman olduğum seçimlerim ve davranışlarım oldu. Şu zihnime 20li-30lu yaşlarımda sahip olsaydım daha iyi seçimler yapabilirdim, daha düzgün davranışlarda bulunabilirdim ama bu pişmanlıklarım için de kendimi paralamıyorum. Evet oldu ama bunların zaten öyle olması gerekiyordu. Incognito’da yazıyordu; biz özgür irademizle seçim yaptığımızı zannediyoruz ama aslında beyin o anda neyi seçeceğini biliyor çünkü o güne kadar yaşadığımız, doğduğumuz andan itibaren hatta daha doğmadan maruz kaldığımız her şey, bizi o noktaya getiriyor. Benim farkındalığım 40’ından sonra arttı. Jung’un dediği gibi insan 40’ına kadar araştırma yapar sonra yaşamaya başlar. Şanslı olanların daha önce, daha küçük yaşta başlıyor, kimilerinin daha sonrasında, bazılarının hiç ve bu farkındalığa erişebileceğiniz yaş da bizim elimizde değil. Şu an bu yaşımda bu farkındalığa eriştiğim için şükrediyorum ve çaba sarf ediyorum. Tabii ki 40 yaşına kadar alıştığım davranışları değiştirmem belki yine bir 40 sene olacak. Hâlâ hatayı yaptıktan sonra fark ediyorum. Zamanla daha hızlı fark edebilir miyim diye umut ediyorum. Eskiden siyah beyazdım, grilerim yoktu, köşeliydim, törpülendim, katıydım, esnedim. Neyi büyük konuştuysam, neyi yargıladıysam başıma geldi o yüzden şu an ağzımdan çıkanlara dikkat ediyorum. Herkes bir şeyler yaşıyor işte, herkesin kendi hikayesi, kimse mükemmel değil, herkesin hataları ya da problemleri var, kimsenin anne babası da mükemmel değil.
Şu an hayatımdan çok memnunum, şükür. Her şeyim var ve her şeyim dengeli. Şimdi zorlu yoga pozları ya da yoran egzersizler ya da hiç bilmediğim bir yere seyahat etmek gibi ufak streslerim oluyor, onun dışında bir stresim yok şükür.