tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Londra 2011 yazı – devam

Bugün Tower Hill yakınlarındaki evimden çıkarken şöyle düşündüm; kahvaltı için borough markete giderim, ardından hyde parka. Metro yerine otobüse binmek istedim. Yerin dibinden gidince etrafı göremiyorsun. Metro istasyonunda oyster`ımı (akbil) doldurup RV1e bindim. Borough markette indim, 2 sene önce geldiğimde burdan kahvaltılık güzel şeyler aldığımızı hatırlıyorum. Yemek pazarı burası. Pazarın yarısı tadilattaymış, açık olan yarısını gezdim, pek kahvaltılık bir şey bulamadım. Domates peynirli pie ve portakal suyuyla kahvaltımı bitirdikten sonra southwark cathedralinin bahçesine girdim, bayağı kalabalıktı, insanlar pazardan aldıkları şeyleri burada yiyorlar. Cathedralin içine girdim, düğün varmış =) Ziyaretçileri en arka sıraya kabul ettiler. Kahvaltı hayal kırıklığına uğratmıştı ama bu düğünü izlemek değişik bir tecrübe oldu. Buraya bunun için gelmişim dedim =) Gelin vintage bir elbise giymiş, kadın davetlilerin nerdeyse hepsinde şapka vardı, gelin dahil. Erkek davetliler ve damat smokin giymişler. Kilisenin korosu var, sesleri çok güzel, kesin eğitimliler. Gelin ve damat pederin önünde diz çökmüş, Peder dua ediyor, bazen kalabalık tekrar ediyor. Bazen ayağa kalkıyorlar. Düğün bitti, hyde parka da otobüsle gideyim dedim, durak üzerindeki otobüslere baktım, hyde park yakınından geçen bir otobüs yoktu. Tekrar RV1e binip covent garden`a devam ettim, oradan trafalgar square`e yürürüm, ordan her yere otobüs var diye düşündüm. Trafalgar`a yürürken farkettim, yollar bomboş ve kapalı. Trafalgar`da gay yürüyüşü varmış, senede bir yapılan. Onu izledim bir kaç saat. Çok renkli tipler geçiyor, ayrıca bir sürü şirket. Şirketlerin geçme sebebi; biz gaylere ayrımcılık yapmıyoruz, onları da çalıştırıyoruz. Ayrıca bedava reklam yapmış oluyorlar. British airways, üniversiteler, kolejler, tesco, bir sürü dernek, futbolcudan yüzücüye bir sürü sporcular, spor kulüpleri, sadece yürüyüş yapmıyorlar, şov yapıyorlar. Kilise ve politikacılar bile vardı göstericiler arasında. “it`s ok to be diffrent”, “love doesn`t exclude”, “love is a human right”, “some people are gay, get over it”. Çok az polis vardı alanda, genelde sivil görevliler vardı, sürekli gülümseyen, göstericilerle iyi anlaşan. Güzel organizasyondu.

Hyde parka gitmekten vazgeçip Trafalgardan aşağı yürüdüm, st james parka gittim. Parkta takıldım bir kaç saat. İçinde çeşitli ördekler olan bir göleti var, oturdum etrafı izledim. Sonra parkın dışına yürüyüp bir kafeden yiyecek bir şey aldım, tekrar parka geldim, çimlere oturdum, tam yemek yemeğe başladım, yaklaşık 20 kişilik bir klasik müzik orkestrası geldi, çalmaya başladılar. Dedim yemek müziğine gerek yoktu, sağolun! =))

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Londra 2011 yazı – Londra`da bir başına

Haziran sonu, Temmuz başı, Oxford st’de alışveriş çılgınlığı. İndirimler yüzünden tüm hatunlar ve gayler mağazaları doldurmuş, adım atılmıyor ne sokakta ne mağazalarda. Sokak dediğim Oxford St; 2.5 kmlik dünyanın en büyük high street`lerinden biri. Londranın erkekleri de kadınlardan geri kalmıyor, trendleri takip ediyolar, bakıyolar kendilerine. Okul Oxford St üzerinde olduğundan kurs çıkışı dayanamayıp, öğretmenin bahsettiği tasarım butiklerine gitmeyi erteleyip, indirimlere ben de kendimi kaptırıyorum.

Burada aynı gün içinde güneş, yağmur, bulut, sıcak, soğuk, hepsini görüyorsun. Aynı gün içinde neredeyse 3 mevsim yaşayabiliyosun. Neyse ki kar yağmıyor, o da olsa 4 mevsim olacaktı. Hatunların derisi vernikle kaplı olmalı ki incecik giysilerle üşümüyorlar. Cuma, Cumartesi ise akşamları neredeyse hiç bir şey giyinmiyorlar. Güneş varken iyi de, bulut olunca, hele akşam olunca buz gibi oluyor hava. Burada 11-12 gibi akşam oluyor, hava ancak kararıyor.

Akşamları gencinden yaşlısına herkes publarda Londra`da. Her yerde pub var, merkez dışında da her mahallenin pubı var. Buradaki pub kültürü, Türkiye`deki kahvehane kültürü gibi, kadınların da girebildiği kahveler düşünün. Merkezdeki publara herkes gidiyor, mahalle publarına ağırlıklı olarak mahalleliler gidiyor, herkes birbirini tanıyor. Mahalle publarında bilardo, domino, dart vb oyuncaklar var. Sabah kahvaltı için mahallenin pubına gittiğinizde -evet kahvaltı servisi bile var, her saat açıklar- saat 8de bira içen yaşlılarla karşılaşıyorsunuz. Hepsi ayrı masada oturuyor. Yalnız kalmaya alışmışlar. Aynı masaya oturup sohbet etmek yok. Gerçi her gün her gün ne konuşacaklar… Masadan masaya sesleniyorlar bazen. Sabahın köründe içki içmeleri de garip. İlk bakışta acıyorsun; yazık bir yakını yok mu bunun, yoksa bile niye yan masadaki diğer yaşlıyla konuşmuyor, looser diyorsun içinden. Alkolik tipli değiller. Biraya alışmış olmalılar, Türklerin çay içtiği gibi bira içiyorlar.

Londra da İstanbul gibi bölgesine göre değişiyor. Merkez daha güvenli. İngilizlerin oturduğu bölgeler var; Arap, Afrikalı, Çinli, Türklerin oturduğu bölgeler var. Arada çok fark var. Nerden biliyorum; yanlış otobüse binip o kenar mahallelerin olduğu bir bölgeye gittim geçen gün. Bayağı korktum. Sicilya`da bile bu kadar korkmamıştım.

Metro, Londra`nın mükemmel bir toplu taşıma aracı. Büyük kolaylık, çok hızlı. Rush hours denilen işe gidiş ve iş çıkış saatleri haricinde sakin oluyor fakat yerin dibinden gidince hiç bir şey göremiyorsunuz. Londra`ya turist olarak geldiyseniz otobüslere binin. ikinci katında etrafı seyrede seyrede gidin. Rush hoursda otobüse kesinlikle binmemek lazım çünkü feci trafik oluyor. Turistseniz rush hoursda araçla seyahat etmeyin, yürüyün ya da durun. Rush hoursda metro, bizim metrobüslerden kat be kat daha kötü. Daha metro istasyonunda sıra başlıyor. Sabah 9, akşam 6 çok tehlikeli saatler. Tabi sabah işe giden takım elbiseli yakışıklı İngiliz erkeklerine sıkça rastlamak moralinizi düzeltebiliyor. Bir de metrodan inerken size gülümseyip giderlerse… Hiç rahatsız etmeden, sadece gülümseyip…

İngilizler çok kibar insanlar, sürekli teşekkür ediyorlar. Her dakika “excuse me”, “sorry”, “thank you”. “Thanks” bile değil, “thank you”! Resmi insanlar. Eminim ki kendilerini diğer milletlerden üstün görüyorlar. Bazıları ukalalıklarıyla bunu belli ediyor.

Her Avrupa ülkesinde olduğu gibi burada da yaya geçidinde arabalar duruyorlar fakat yayalara kırmızı yanarken yola atlayan çok kişi gördüm, hem yabancı, hem İngiliz.

Geri dönüşüm olayına önem veriyolar. Her yerde geri dönüşümlü çöp kutuları var, normal çöp kutularının yanında.

Londra`daki müzeleri gez gez bitmez. Her şeyin bir müzesi var. Çok büyük, çok önemli müzeler var; Tate Modern, National Gallery başta olmak üzere. Burası bir modern sanat şehri, müzelerin dışında bir çok sergi, aktivite var. Bir sürü değişik tipe rastlamanız mümkün, özellikle Soho`da.

Adamların her şeyi değişik, trafiği ters, ölçüleri farklı, prizleri 3 delikli, voltajları farklı. Adaptörsüz gelmeyin, buradan benim gibi yanlış adaptörü satın almayın. 2 delikli 3 iğneli bir adaptör daha var burada, sadece diş fırçası ve traş makinesi içinmiş efendim, voltajı düşüren. Aksanları o kadar farklı ki sanki başka bir dil konuşuyorlar. Sınıfta bir İngiliz hatun var, söylediklerinin onda birini ancak anlıyorum. Muhtemelen aksanlarının farklılığına ek olarak hızlı konuştuklarında bazı harfleri, heceleri yutuyorlar. Anlaması iyice güç oluyor. Biraz çözdüm sanırım; vurgu ikinci hecede, vurgulu hecedeki sesli harfler uzatılıyor. Dudaklarınızı önde birleştirin, biraz da kusma efekti verin, abartılı yapmacık mimikler kullanın, tamamdır, İngiliz aksanıyla konuşabilirsiniz. Örnek: Hello=Heloööğğğ, No=Noööğğğ, Black=bleeeğğk

Kola istiyorsanız, Kooöğk diye uzatın, Kok demeyin, Cock anlamına geliyor.