Haziran sonu, Temmuz başı, Oxford st’de alışveriş çılgınlığı. İndirimler yüzünden tüm hatunlar ve gayler mağazaları doldurmuş, adım atılmıyor ne sokakta ne mağazalarda. Sokak dediğim Oxford St; 2.5 kmlik dünyanın en büyük high street`lerinden biri. Londranın erkekleri de kadınlardan geri kalmıyor, trendleri takip ediyolar, bakıyolar kendilerine. Okul Oxford St üzerinde olduğundan kurs çıkışı dayanamayıp, öğretmenin bahsettiği tasarım butiklerine gitmeyi erteleyip, indirimlere ben de kendimi kaptırıyorum.
Burada aynı gün içinde güneş, yağmur, bulut, sıcak, soğuk, hepsini görüyorsun. Aynı gün içinde neredeyse 3 mevsim yaşayabiliyosun. Neyse ki kar yağmıyor, o da olsa 4 mevsim olacaktı. Hatunların derisi vernikle kaplı olmalı ki incecik giysilerle üşümüyorlar. Cuma, Cumartesi ise akşamları neredeyse hiç bir şey giyinmiyorlar. Güneş varken iyi de, bulut olunca, hele akşam olunca buz gibi oluyor hava. Burada 11-12 gibi akşam oluyor, hava ancak kararıyor.
Akşamları gencinden yaşlısına herkes publarda Londra`da. Her yerde pub var, merkez dışında da her mahallenin pubı var. Buradaki pub kültürü, Türkiye`deki kahvehane kültürü gibi, kadınların da girebildiği kahveler düşünün. Merkezdeki publara herkes gidiyor, mahalle publarına ağırlıklı olarak mahalleliler gidiyor, herkes birbirini tanıyor. Mahalle publarında bilardo, domino, dart vb oyuncaklar var. Sabah kahvaltı için mahallenin pubına gittiğinizde -evet kahvaltı servisi bile var, her saat açıklar- saat 8de bira içen yaşlılarla karşılaşıyorsunuz. Hepsi ayrı masada oturuyor. Yalnız kalmaya alışmışlar. Aynı masaya oturup sohbet etmek yok. Gerçi her gün her gün ne konuşacaklar… Masadan masaya sesleniyorlar bazen. Sabahın köründe içki içmeleri de garip. İlk bakışta acıyorsun; yazık bir yakını yok mu bunun, yoksa bile niye yan masadaki diğer yaşlıyla konuşmuyor, looser diyorsun içinden. Alkolik tipli değiller. Biraya alışmış olmalılar, Türklerin çay içtiği gibi bira içiyorlar.
Londra da İstanbul gibi bölgesine göre değişiyor. Merkez daha güvenli. İngilizlerin oturduğu bölgeler var; Arap, Afrikalı, Çinli, Türklerin oturduğu bölgeler var. Arada çok fark var. Nerden biliyorum; yanlış otobüse binip o kenar mahallelerin olduğu bir bölgeye gittim geçen gün. Bayağı korktum. Sicilya`da bile bu kadar korkmamıştım.
Metro, Londra`nın mükemmel bir toplu taşıma aracı. Büyük kolaylık, çok hızlı. Rush hours denilen işe gidiş ve iş çıkış saatleri haricinde sakin oluyor fakat yerin dibinden gidince hiç bir şey göremiyorsunuz. Londra`ya turist olarak geldiyseniz otobüslere binin. ikinci katında etrafı seyrede seyrede gidin. Rush hoursda otobüse kesinlikle binmemek lazım çünkü feci trafik oluyor. Turistseniz rush hoursda araçla seyahat etmeyin, yürüyün ya da durun. Rush hoursda metro, bizim metrobüslerden kat be kat daha kötü. Daha metro istasyonunda sıra başlıyor. Sabah 9, akşam 6 çok tehlikeli saatler. Tabi sabah işe giden takım elbiseli yakışıklı İngiliz erkeklerine sıkça rastlamak moralinizi düzeltebiliyor. Bir de metrodan inerken size gülümseyip giderlerse… Hiç rahatsız etmeden, sadece gülümseyip…
İngilizler çok kibar insanlar, sürekli teşekkür ediyorlar. Her dakika “excuse me”, “sorry”, “thank you”. “Thanks” bile değil, “thank you”! Resmi insanlar. Eminim ki kendilerini diğer milletlerden üstün görüyorlar. Bazıları ukalalıklarıyla bunu belli ediyor.
Her Avrupa ülkesinde olduğu gibi burada da yaya geçidinde arabalar duruyorlar fakat yayalara kırmızı yanarken yola atlayan çok kişi gördüm, hem yabancı, hem İngiliz.
Geri dönüşüm olayına önem veriyolar. Her yerde geri dönüşümlü çöp kutuları var, normal çöp kutularının yanında.
Londra`daki müzeleri gez gez bitmez. Her şeyin bir müzesi var. Çok büyük, çok önemli müzeler var; Tate Modern, National Gallery başta olmak üzere. Burası bir modern sanat şehri, müzelerin dışında bir çok sergi, aktivite var. Bir sürü değişik tipe rastlamanız mümkün, özellikle Soho`da.
Adamların her şeyi değişik, trafiği ters, ölçüleri farklı, prizleri 3 delikli, voltajları farklı. Adaptörsüz gelmeyin, buradan benim gibi yanlış adaptörü satın almayın. 2 delikli 3 iğneli bir adaptör daha var burada, sadece diş fırçası ve traş makinesi içinmiş efendim, voltajı düşüren. Aksanları o kadar farklı ki sanki başka bir dil konuşuyorlar. Sınıfta bir İngiliz hatun var, söylediklerinin onda birini ancak anlıyorum. Muhtemelen aksanlarının farklılığına ek olarak hızlı konuştuklarında bazı harfleri, heceleri yutuyorlar. Anlaması iyice güç oluyor. Biraz çözdüm sanırım; vurgu ikinci hecede, vurgulu hecedeki sesli harfler uzatılıyor. Dudaklarınızı önde birleştirin, biraz da kusma efekti verin, abartılı yapmacık mimikler kullanın, tamamdır, İngiliz aksanıyla konuşabilirsiniz. Örnek: Hello=Heloööğğğ, No=Noööğğğ, Black=bleeeğğk
Kola istiyorsanız, Kooöğk diye uzatın, Kok demeyin, Cock anlamına geliyor.