tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Atina gezilecek yerler, Atina rehberi

Arkadaşımın Atina`da yaşayan kuzeninin tavsiyeleri ile gidip beğendiğimiz lokallerin takıldığı mekanlar:

Plateia Agia Irinis’de güzel cafe, barlar var; Mama Roux, Tailor Made, Noel.

Tzitzikas kai Mermingas: Girit restoranı.

The Clumsies ve Drunk Sinatra Syntagma’da bulunan güzel cafe-barlar.

Kolonaki bölgesi:Nişantaşı`na benzer. Rock’n’roll: Kolonaki’de gece kulubü.

Lukumades: lokmada inovasyon.

Bu arada fiyatların İstanbul`dan aşağı kalır yanı yok. Mekanlar gayet hoş ve insanlar yaşıyor. Ekonomik kriz nerede biz pek göremedik. Yunanlılar keyiflerine gayet düşkün. Cuma ve Cumartesi akşamı gittiğimiz tüm mekanlar kalabalıktı.

Yunanistan’da 14.00 ile 17.00 arası siesta vardır. Bu saatler arası bazı mağaza ve dükkanlar kapanır ve günler, kısa gün / uzun gün diye ayrılır. Pazartesi ve Çarşambaları kısa günlerdir, Salı, Perşembe ve Cumaları uzun günlerdir. Kısa günlerde, genellikle siesta saatinden itibaren yani 14.00’dan sonra dükkanlar kapanır ve tekrar açılmazlar. Uzun günlerde, siesta zamanı kapanırlar ama 17.00’den 20.00’e kadar tekrar açılırlar, Cumartesileri yarim gün açıktırlar. Pazar günleri bütün dükkanlar kapalıdır.

Çeşmeden su içilebildiğinden, restoranlarda sürahiyle su bedavadır, ama ekmek istenilirse paralıdır.

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Prag hakkında bilinmesi gerekenler, Prag için faydalı bilgiler

Prag hakkında bilinmesi gereken bilgileri, 2 sene Prag`da yaşadığım tecrübelere dayanarak yazıyorum.

Prag içi ulaşım

Prag`da şehir merkezinde otobüs yok, onun yerine tramvaylar var. Çevreyi görerek gideyim derseniz tramvay, hız önceliğiniz varsa metro kullanabilirsiniz. Metro ağı çok geniş değil. Günlük bilet alıp 22 numaralı tramvay ile Náměstí Míru – Pražský hrad durakları arasında şehir merkezinde turistik bir gezi yapabilirsiniz. Biletler hem tramvaylarda hem metroda geçerli. Tramvaya binmeden önce biletinizi almalısınız, şöförden alınamıyor. Şehir merkezinde kontroller daha sık, yakalanırsanız cezası büyük.
http://czech-transport.com/images/metro_tram_daily_stops.pdf

Prag`a ne zaman gidilir?

Mayıs-Eylül ayları arasında. Kışın aşırı soğuk olabiliyor. İstanbul`da 21C derece olduğu bir gün Prag`da 2C dereceydi gündüz. Bu kış sevgilimin evinin önündeki nehir dondu, çocuklar yürüyordu üzerinde. Sonbaharda nehir kenarındaki ağaçların renkleri tam fotoğraflık.

Prag`da nerede kalınmalı?

2-3 günlüğüne geldiyseniz Prag 1 ya da Prag 2`de Náměstí Míru civarları. Daha fazla kalacaksanız Karlin daha ekonomik bir seçim olabilir.

Prag için faydalı bilgiler

Turistik merkez, peri masalı gibidir. Tarihi yapıların hepsi orijinal çünkü Çekler hiç savaşa girmemiş, 2. Dünya Savaşında direkt teslim olmuşlar. (Avusturya savaşa girip bombalandığı için Viyana`daki tarihi yapıların tümü, aslına uygun olarak yeniden yapılmıştır) Halkın %70`i ateist. Cafe, bar, restoranlarda hala içeride sigara içiliyor. Bunun nedeni, böyle bir yasak konmasının özgürlüğe aykırı olmasıymış. (Bizim temiz nefes alma hakkımız ne olacak?) Çekler ülke isimlerine Çek Cumhuriyeti değil Çekya diyorlar, hatta ülke isminin global olarak değişmesi planlanıyor. Prag, İstanbul`la karşılaştırıldığında ucuz bir şehir fakat bu turistik merkez dışı için geçerli. Bira çok ucuz, turistik merkezde dahi olsanız. Turistik merkezin dışına çıktığınız anda bazı mahallelerde soğuk, gri, kasvetli Sovyet binaları ve 80lerden kalma dükkanlar göreceksiniz ve sokaklar bomboştur. Bazen, özellikle kışın, sanki şehre bomba atılmış, insanlar ölmüş, yalnızca binalar kalmış diye düşündüğüm oluyor.

Prag hava durumu

Kışın aşırı soğuk, sonbahar epey yağmurlu geçiyor. Yazlar, Türkiye`nin bahar mevsimi gibi geçiyor.

Prag vize var mı?

Evet Schengen vizesi almanız gerekir.

Prag havaalanı

Tek havalanı var: Václav Havel Airport. Havaalanından şehir merkezine gitmek için 100 ya da 119 numaralı otobüse binip A metro hattı ya da B metro hattına geçebilirsiniz.

Prag otel

Prag`da hiç otelde kalmadığım için bu konuda da bilgi veremiyorum fakat Prag 1 ya da Prag 2`de kalmanızı öneririm.

Prag kaç günde gezilir?

Turistik merkez 2-3 günde gezilir. Daha fazla kalacaksanız merkez dışındaki mekanlar yazıma göz atın.

Prag`da ne yenir

Çek mutfağının pek başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim; patates, soğan, havuç ve etten yapılan yemekler var genelde. Ambiente grubu restoranlarında iyi yemekler yiyebilirsiniz.

Para birimi

CZK yani Çek kronu.

Kahvaltı

Türk kahvaltısı beklemeyin fakat diğer Avrupa ülkelerine göre daha iyi, hiç değilse kruvasan-kahve seçeneğinden fazla seçenek var. Kahvaltıda yumurta yiyebilirsiniz, burada yumurtaların tadı var, İstanbul`daki gibi plastik tadında değil.

Prag birası

Pilsener bira cenneti diyebiliriz Prag için, ucuz ve çeşit çok. Zaten Pilsen, Çekya`da bir şehir ve bu bira çeşidi ilk burada yapılmaya başlanmış.

Cafe, restoran, bar

Ambiente grubu restoranları iyidir. Çoğu restoranda rezervasyon gerekir. İçeride sigara içiliyor. Cafe deyince aklınıza içki satılmayan yerler gelmesin. Burada alkol ruhsatı diye bir şey olmadığından cafelerde de içki satılıyor. Su ücretsiz ve çeşmeden doldurulup getiriliyor. Tavuklar İstanbul`dakinden daha lezzetli. Bir de patatesler çok lezzetli. Menüde değişikliğe gitmeyin. Örneğin menüde et-domates-yeşillik omleti varsa; siz et yerine iki kat domatesli olsun isterseniz, iki kat etli gelebilir. Sürekli başımıza gelen şeyler, bu yüzden uyarayım. En sevdiğim cafe, restoran, barlar için tıklayın.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Prag`da gidilecek cafeler, restoranlar, barlar

2 sene Prag`da yaşamış ve Prag`ın altını üstüne getirmiş biri olarak burada sevdiğim cafeler, barlar, restoranları listeledim. Prag`da 2 günden fazla zamanınız varsa Náplavka nehir kenarında ya da Letna Park bira bahçesinde bir bira içmeden dönmeyin!

Önce Pragla ilgili genel bilgiler yazıma göz atma isterseniz tıklayın.

Café Savoy

Evet turistik bir cafe fakat seviyorum burayı. Kahvenin yanında pastahane kısmından tatlıları deneyin. Kahvaltısı zayıf.

The Tavern

Prag 2`de hamburgerci, menüler kocaman ve fiyatlar uygun. Bira menüsü zengin. Yerel biralardan Matuska ya da Permon deneyebilirsiniz.

Naše maso

Prag`ın ünlü kasabı, Dlouhá bölgesinde, Ambiente grubundan. Etler gerçekten çok lezzetli. Tartar denemenizi öneririm. Çiğ et yiyemem derseniz hamburger, sosis ya da et seçip ızgara yaptırabiliyorsunuz. Yanında da pastörsüz ve filtresiz Antos biralarından içebilirsiniz. Bar tabureleri ve masaları üzerinde hızlıca yiyebileceğiniz küçük bir alan mevcut.

Dish Fine Burger Bistro

Sevgilimi Prag`daki ilk ziyaretimde gittiğimiz yer, adı üstünde hamburgerci. Rezervasyon mutlaka gerekir. Unetice brewery`nin yerel biralarını tavsiye ederim.

Styl&Interier

Turistik merkezde, Mustek`te çarşıların arasında bir binanın yan kapısından girince süpriz bir bahçesi ve nefis kekleri olan bir cafe çıkıyor karşınıza. Üstelik garsonlar da güleryüzlü.

Pastacaffé Tonino Lamborghini

Turistik merkezde, kahvaltı için tercih ettiğim bir yer.

Cafe Letka

Letna Park`a yakın güleryüzlü garsonların olduğu, iç mekan tasarımını beğendiğim samimi bir cafe. Sağlıklı tatlı alternatifleri bulabilirsiniz.

Franciscan garden

Turistik merkezde saklı bir bahçe. Turistik rotanıza devam ederken burada kısa bir molayla dinlenebilirsiniz.

Letná Beer Garden

Prag`ın en sevdiğim yeri diyebilirim. Yazın burada Prag manzarası karşısında soğuk Çek birası içmek çok keyifli.

Cukrárna Alchymista

Merkezin epey dışında bahçesi çok sevimli bir cafe.

Kavárna Slavia

Nazım Hikmetin cafesi, çok turistik ama bir kere gelinmeli. Cam kenarında bir masa bulabilirseniz nehri ve yoldan geçen tramvayları izleyebilirsiniz.

Kafe Damu

Konservatuarın içinde, merkezde, ucuz ve rahat bir cafe.

Stejkárna

Merkezin dışında, bizim oturduğumuz bölgede harika bir et restoranı

Kavarna Misto

Prag 6`da iç mekan tasarımı zevkli, tatlıları, atıştırmalıkları, kahveleri güzel, sevdiğim bir cafe.

Lokál Dlouhá

Yereller arasında popüler, yerel yemekleri yiyebileceğiniz, yerel biraları içebileceğiniz ucuz ama yemekleri iyi olan Ambiente grubundan bir restoran.

Bukowski’s Bar

Prag 3`de bira ve kokteyl menüsü geniş rahat bir bar, ambians hoş.

Café Lounge

Kahvaltı için tercih ettiğim bir yer, kahveleri de iyi.

Čestr

Merkezde, et severlerin uğraması gereken favori et restoranım, o yanındaki patatesler de harika. Ayrıca şarapları da lezzetli. Organik kırmızı şarabı tavsiye ederim.

EMA espresso bar

Merkezde ve kahveleri çok iyi, mekan minimal tasarlanmış.

Cafe~Cafe

Çok canlı bir kafe, sevgilimin favorisi.

Bistro Zahrada

Prag 2`de organik kahvaltı veya öğlen yemeği yiyebilirsiniz, aynı zamanda organik market.

La Bohème Café

Bu cafenin iç mekan tasarımı harika, özel kahveleri de öyle. Ücretsiz wifi var.

U Fleků

Turistik bir restoran ama merkezdeyseniz burada gulaş yiyip siyah bira içebilirsiniz. Biraları kendileri yapıyorlar.

Hangar Bar

Merkezdeyseniz gidebileceğiniz bir bar.

Vlkova 26

Prag 3`de, bara değil de bir daireye giriyormuş hissi uyandıran küçük bir speakeasy bar, harika kokteyller içebilirsiniz. Burayı da hiç bir turist bilmiyordur, hadi yine iyisiniz.

Groove Bar

Prag 2`de kokteyleri güzel.

Coffee Corner

Žižkov`da kamp alanı içinde bir cafe, yalnızca yazın açık.

Na břehu Rhôny

Bira sevmem, şarap severim diyenlerdenseniz Náplavka nehir kenarında popüler bir şarapevi. Çoğunlukla kalabalık ve Prag`da hep olduğu gibi yer bulmak için rezervasyon gerekir.

Parklar

Riegrovy sady

Prag 2`de keyifli bir park. İçinde bira bahçesi var. Náměstí Míru`dan buraya çıkarken yolda göreceğiniz binalar müthiş.

Letna Park

Müthiş bir manzarası ve manzaralı bira bahçesi var.

Náplavka nehir kenarı

Prag`ın en sevdiğim yerlerinden biri. Yazın geldiyseniz mutlaka uğramanız gereken bir yer. Bütün gençlik burada. Herkes birasını alır, nehir kenarına ya da nehir kenarındaki gemi/tekne restoranlara oturur. Haftasonu öğlen 2ye kadar yiyecek ve çiçek pazarı kurulu olur. Nehrin karşı tarafındaki alanda yiyecek/içecek festivalleri olur. Prag`ın en sevdiğim caddesi, National Theater`dan başlayıp buraya kadar yürüyün, bir yanda nehir, bir yanda harika binalar. Herkes benle aynı fikirde olmalı ki buradaki evlerin kiraları çok yüksek.

Petřín bahçeleri

Prag manzarası ve çiçek bahçeleri. İçindeki gözlem kulesi çok gereksiz, boşuna para harcamayın. Finiküler ile parkın tepesine çıkıp aşağı yürüyebilirsiniz.

Karlin

Praglılar arasında popüler bir bölge.

Krystal Bistro

Yemekler güzel fakat fiyatlar ortalamanın biraz üstü.

Můj šálek kávy

Bayağı popüler bir cafe. Kahvesi, tatlıları, kahvaltısı güzel. Tabi Türk kahvaltısı beklemeyin, hiç değilse omlet/yumurta yiyebilirsiniz.

Eska

Ambiente grubunun son restoranı. Çek yemeklerine modern dokunuşlar. Ekmekleri ve yumurtaları lezzetli.

Turistik merkezin dışına çıktığınız anda, kaba ve suratsız garsonlar, barmenler, barmaidler, kasiyerlerle karşılaşma riskine ve yavaş servise hazır olun. O zaman niye merkezi dışına çıkayım ki diye düşünebilirsiniz fakat yerel halkın yaşantısını merak edenler de oluyor.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Mon petit voyage à Paris

When was the last time you did something for the first time?

14:30 gibi Paris`e indim, 17:00 gibi oteldeydim. Sanki Paris`e değil de, Afrika`ya geldim! Hani BoBo`ların takıldığı cafeler nerde? Hani entellektüel, sanatçı, edebiyatçı Parisliler?! Hiç “Midnight in Paris”deki gibi değil burası. Paris`le ilgili ilk izlenimim bu oldu. Tabi ben “kısa olsun, fazla metro değiştirmeyeyim, yol üzerinde şunları da göreyim” diye Paris rehber kitaplarının içinde yazan yolları ve metro duraklarını değil de egzantirik yolları tercih ettiğimden varoş mahallelerin içine düştüm. Hiç tanıdığım birinin olmadığı, milletinin dilini bilmediğim bir şehirde yalnız olmanın verdiği stresle Sacré-cœur Bazilikası`na geldim. Dönüşte fark ediyorum; “Château Rouge” metro durağını değil de, rehberlerde yazıldığı gibi Abbesses durağını tercih etseydim daha az kaygılı olacaktım. Paris`e tepeden bakmak hoşuma gitti, turist kalabalığının içinde olmak ise güven verdi.
Sacré-cœurù gördükten sonra etrafı gezip Rue des Abbesses üzerinde bir cafede bir şeyler atıştırıyorum. Ellerinde bagetlerle apartmanlarına giren Parisien`lerle karşılaşıyorum, apartman kapılarını anahtarla değil, şifreyle açıyorlar. İleriki günlerde bu görüntüyle sıkça karşılaşıyorum. Hava kararmadan metroya atlayıp Palais de Chaillot`a gidiyorum; Tour Eiffel`e, Seine Rivière (Sen Nehri)`nin karşısından bakmak için. Biraz Eiffel kulesi ve etrafı izledikten sonra merdivenlerden Jardins du Trocadéro`ya inerken Esplanade du Trocadéro`da tango yapan insanlarla karşılaşıyorum. Müthiş bir tango müziği, Eiffel kulesinin önünde insanlar tango yapıyor! Birden bütün moralim yerine geliyor, şansım açıldı, merdivenlere oturup dans edenleri izliyorum. Muhtemelen tekrarlanan bir organizasyon çünkü insanlar DJ`e ve birbirlerine selam verip, bazen eş değiştiriyorlar. “Keşke tango bilseydim. Ya biri beni dansa kaldırırsa? Uf! Bilmiyorum deyip Eiffel`in önünde tango yapma şansını kaçıracağım. İstanbul`a dönünce ilk iş tango öğreneceğim!” Müzik çok güzel. Bir yandan Eiffel`e, bir yandan tango yapanlara bakıp mutlu mutlu gülümsüyorum. Korktuğum başıma geldi, biri beni dansa kaldırma girişiminde bulunuyor. Bilmiyorum diyorum, üzülerek. Yanıma oturuyor, tanışıyoruz; biraz Amerika, biraz Paris`te yaşayan bir Arjantinliymiş! Çok iyi tango biliyorsun o zaman diyorum; evet bize tangoyu çocukken içiriyorlar diyor. Bir Arjantinliyle tango yapma fırsatını kaçıramam, biraz ısrar etsin, kalkacağım dansa, becerebilir miyim ki? Denemelisin diyor, kendime güvenmiyorum diyorum. Biraz daha sohbet ediyoruz, ticaretin her türlüsüyle uğraşmış, Tango eğitmeni, aynı zamanda yazarmış, dünyanın bir çok yerini gezmiş. Atmadığını ilerleyen saatlerde ve İstanbul`a dönünce internetten araştırdığımda anlıyorum. Üçüncü kez sorduğunda artık kalkıyorum; “Bu araba kullanmak gibi bir şey, sen arabasın. Dans edemezsen bu benim suçum olur.” – “Peki o zaman”. Bana duruş ve bir kaç temel adım gösteriyor, ayaklarımı nasıl sürterek adım atmam gerektiğini anlatıyor. Ardından, oh lalala, tango yapıyoruz! Daha önce salsa yaptığım için, dans etmenin, erkeğin kadını kumanda etmesiyle ilgili olduğunu biliyorum. İlk salsa dersimde, hiç adım bilmezken, salsa eğitmeni Umut`un bana nasıl salsa yaptırdığını hatırlıyorum. “Kesinlikle daha önce tango yaptın. Daha önce yapmadığına emin misin? Senin beş dakikada öğrendiğini, Fransız kızlar üç ayda öğrenemiyor.” iltifatlarıyla birlikte -ki bu iltifatlar saatler ilerledikçe artıyor ama boşuna, Türkler ne taklalar atıyor biliyor musun, Türk kızının nazı diye bir şey hiç duymadın galiba?!- kendimi O`nun yönetimine bırakıyorum, bir yandan Eiffel kulesi manzarasını izleyip, bir yandan özenle seçilmiş tango parçalarını dinleyerek, omuz, bel, bacaklarımı bir kukla gibi oynatarak daha önce hiç yapmadığım hareketleri yapıyorum. Paris için iyi bir başlangıç ve gece için. Önce gece Paris turu, sonra bir tango bar, sonra da otelime geri dönüyorum.

Ma Chérie Paris
Kalan günlerim daha az heyecanlı geçiyor. İlk günkü cesaretli ve rahatlık halimden sonra daha temkinli davranıyorum. Elin adamı, sapık da çıkabilirdi. Ertesi gün, gece otele geç döndüğümden, biraz geç kalkıyorum. Cumartesi günleri Bastille`de yiyecek pazarı kurulduğunu okuduğum için, metroyla Richard-Lenoir durağına kadar gidip oradan Place de la Bastille`e kadar yürüyorum. Yiyecek pazarı, pazar günleriymiş, cumartesi günleri ünsüz sanatçıların eserlerini sattığı pazar kuruluyormuş, ayrıca metrodan inilmesi gereken durak Bréguet – Sabin, biraz fazla yürüdüm. Biraz daha yürüyüp Place des Vosges`ye varıyorum. Burada Brasserie Carette`de kahvaltı ediyorum. Aç olduğumdan mı bilmem, burada yediğim, içtiğim her şey çok lezzetliydi, pastaları, tatlıları harika. Mutlaka gelinmeli, daha önce ismini araştırmıştım tabi ki buranın. Merak edenler için, Place des Vosges`de Victor Hugo`nun Sefiller`i yazarken kaldığı dairesi var. Karnımı doyurduktan sonra Rue de Rivoli üzerinden yürüyüp Place de l’Hôtel de Ville`yi görüp, Cathédrale Notre-dame de Paris`ye varıyorum. İçeri girmek isterseniz sıra çok hızlı ilerliyor merak etmeyin, upuzun bir sıra vardı, 5 dakika beklemedim, içeri girip biraz serinledim. Bu arada Rue de Rivoli üzerinde pek çok mağaza olan bir cadde fakat cumartesi olmasına rağmen çoğu mağaza kapalıydı, şaşırdım, sıcaktan mı acaba. Ile de la Citè adacığında biraz dolanıp Fontaine Saint-Michel`i görmeye gidiyorum. Burada da etrafta gördüğüm her şeyi içime sindirip hafızama kazıdıktan sonra Seine nehri kenarından yürümeye devam ediyorum. Nehrin kenarına ara ara dizilmiş sahafların birinden iki tane eski kartpostal alıyorum, arkaları dolu! Birinde Fransızca, birinde Arapça yazılmış. İnsanların hatıralarını satın almış gibi hissediyorum. Fransızca bilen arkadaşlarımdan birine çevirteceğim. Eskiden kitaplarımı hep sahaflardan alırdım; kitabı benden önce okuyan kişiyi, kitap üzerindeki notlardan, altı çizilmiş satırlardan hayal etmeye çalışıp kendimle ilgili hiç bir ipucu bırakmadan yeniden sahaflara satardım. Bu kartpostalları alırken de aynı şeyi hissettim; merak, bu sevgi ve tebrikler kime?
Sırayla Pont Neuf ve Pont des Arts`ı gördükten sonra artık Saint Germen des Pres bölgesinin sokaklarına bırakıyorum kendimi. Bayılıyorum buradaki cafelere, küçük dükkanlara. Rue Bonaparte üzerindeki Ladurée`nin vitrinine hayran kalıp İstanbul`da yediğim macaronlardan dolayı “sevmiyorum ama yine de 3 tane alıp deneyeceğim” diyerek aldığım macaronları afiyetle yiyorum, tadı damağımda kalıyor. Biraz daha dolaşıp Cafè de Flore`ye oturuyorum. Cafelerin sandalyeleri hep sokağa baktığından burada uzun bir süre oturup dinleniyorum ve Croque madame (le jockey) ile karnımı doyuruyorum. Fiyatlar biraz pahalı fakat garsonlar çok ilgili, fransızca menü konusunda yardımcı oluyorlar, ayrıca oturup sokaktan geleni geçeni izlemek için çok ideal bir yer. Hemen yanındaki Les Deux Magots ya da karşısındaki Brasserie Lipp`i de tercih edebilirsiniz. Yeteri kadar dinlendikten sonra yürüyüşüme devam ediyorum. Église Saint-Sulpice içinde tesadüfen bir düğüne rastlıyorum, sanki düğün değil, cenaze gibi, ruhsuz bir ses tonuyla konuşan ve şarkı söyleyen insanlar var. Jardin du Luksembourg`a ulaşır ulaşmaz hemen parkın içindeki sandalyelerden birine oturup dinleniyorum, sıcak iki kat yoruyor. Park çok büyük, resim yapanlar, pony`ye binenler, oturup oyun oynayanlar, güneşlenenler, kitap okuyanlarla dolu. Burayı da dolaşıp yine biraz tembellik yaptıktan sonra Panthéon`a doğru ilerliyorum. Oh, Panthéon serinlemek için bire bir. Panthéon`un arkasında kalan Latin Quarter denilen alan mutlaka gezilmeli. Arnavut kaldırımlı Rue Mouffetard`ta gezdikten sonra metroyla Le Tombeau de Napoléon`u görmeye gidiyorum. Daha sonra yürüyerek sırasıyla Place des Invalides, Pont Alexandre III, Le Petit Palais, Le Grand Palais, Place de la Concorde, Église De La Madeleine`i gördükten sonra Place de la Concorde`den bir otobüse atlayıp Saint Germen des Pres`e gitmek istesem de, inmem gereken durağı kaçırıp son durak Montparnasse`ye kadar gidiyorum. Neyse hiç değilse bir otobüse binmiş oldum. Yerel halkın kullandığı toplu taşımayı kullanmak hoşuma gidiyor. Otobüs bomboş ve metroya göre daha güvenli. Montparnasse`den metroya binip  Saint Germen des Pres`e ulaşıyorum. Relais de l’Entrecôte restoranında biraz sıra bekledikten sonra oturuyorum. Bugün yürü yürü ayaklarım koptu. Restoranda tek menü var, antrikot menüsü; salata, büyükçe bir antrikot, patates kızartması. Yanına su ve şarap alıp keyfini çıkara çıkara akşam yemeğimi yiyorum. Çok yorulmuşum, şarap azcık çarpıyor. Rstoranda bir çok Türk müşteriye rastlıyorum. Antrikotu çok beğendiğimi söyleyemem, orta istememe rağmen iyi pişmiş geldi. Porsiyon büyük ve doyurucuydu, yine de 40€ etmez. Restoranın yanındaki sokak müzisyenini ise beğendim. Buradan 11`e doğru çıkıp otele dönüyorum, çok yorulmuşum, uykum gelmiş…

Paris ensoleillé
Bir önceki güne nispeten bugün daha sakin bir gün geçiriyorum. Sabah kalkar kalkmaz metroyla Arc de Triomphe`yi ziyaret ediyorum. Avenue des Champs Élysées`den aşağı inerken mağazalara bakınıyorum ve bir yerde oturup kahvaltı ediyorum. Kahvaltıdan sonra Saint-Augustin kilisesine yürüyorum. Yol kısa sandım, hata etmişim, keşke metroya binseymişim. Oradan Gare Saint Lazare`ye yürüyüp Voyage de Noël`i gördükten sonra metroyla Opéra Garnier`e gidiyorum. Operanın arkasındaki Galeries Lafayette`ye gidip dünyanın en büyük iç çamaşırı bölümü görmek istiyorum fakat namümkün. Pazar günü koskoca alışveriş merkezi kapalı. Bunu daha önce okuduğum halde unutmuşum. Rue de la Paix üzerinden yürüyerek Place Vendôme`a ulaşıyorum. Place Vendôme, pahalı markaların mağazalarının bulunduğu bir meydan. Sokaklar bomboş ve mağazalar kapalı. Parisliler sıcağa dayanamadıklarından sokağa çıkmamışlar onu anladık da mağazalar niye kapalı? Rue de Castiglione üzerinden Jardin des Tuileries`a ulaşıyorum. Parkta ağır ağır yürüyerek Place de la Concorde`ye tekrar geliyorum, burası Paris`in merkezi gibi, çok sevdim, bu meydanda  360 derece görülecek yer var. Biraz fotoğraf çektirdikten sonra tekrar Jardin des Tuileries`e girip gölgede bir sandalyeye oturup başka bir sandalyeye ayaklarımı uzatıyorum. Bacaklarımın kasıldığını hissediyorum yorgunluktan. Burada biraz dinlendikten sonra parkın içinden Louvre`a doğru yürüyorum. Arc de Triomphe du Carrousel içinden geçip Place du Carrousel`in altındaki Carrousel du Louvre`a varıyorum. Burası bir alışveriş merkezi. İçeride biraz serinleyip wifi kullanıp La Maison du Chocolat`tan bir çikolatalı-böğürtlenli mousse yiyip çıkıyorum. Jardin du Palais Royal ve Place des Victoires`i görüp Les Halles`e doğru yürümeye devam ediyorum. Lss Halles`te bakım çalışması varmış, kapalıydı. Fakat yol üzerinde Église Saint-Eustache isimli kiliseye giriyorum ve ayda 4-5 kez yapılan devasa kilise orguyla gerçekleşen bir performansa denk geliyorum. Franz LISZT – Sonate pour piano en si mineur (transcription B. Haas).

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Paris Gezim – Gitmeden önce!

Bu kış, Woody Allen filmlerinin hayranı olarak “Midnight in Paris” filmini sinemada izlediğimde en kısa sürede Paris`i görmem gerek dedim kendime. Ağustos ortası gibi spontane olarak bayram tatilinde Paris`e gitmeye karar verdiğimde, 3 gün içinde uçak bileti, otel, vize işlerini hallettim. Paris`te nereler gezilir, nerede ne yenir araştırıp bulduğum favori siteleri ve kendi derlediğim haritaları paylaşıyorum:

http://en.parisinfo.com/ Aradığınız her bilgi bu sitede.
http://hipparis.com/ Mutlaka göz atılmalı, turist değil de bir Parisli gibi gezmek istiyorsanız.
http://www.cokgezenlerkulubu.com/city/view/paris/66 Fotoromanlara dikkat.
Paris Sightseeing Map
Gurme Paris Map
Alışveriş yapmak isterseniz

Paris`in görülmesi gereken turistik yerlerinin listesi (birbirine yakın yerleri aynı renkle yazıyorum)

  • Notre-Dame de Paris
  • La Conciergerie
  • Fontaine Saint-Michel
  • Le Tombeau de Napoléon
  • Eiffel Tower – Champ de Mars
  • Jardins du Trocadéro
  • Avenue des Champs Élysées
  • Arc de triomphe
  • Place du Panthéon
  • Saint-Germain-des-Prés (*)
  • Latin Quarter (*)
  • Jardin du Luksembourg (*)
  • Sacré-cœur
  • Place du Tertre
  • Biblitothèque-musée de l’Opéra
  • Jardin des Tuileries
  • Le Grand Louvre
  • Pont des Arts
  • Place de la Concorde
  • Église De La Madeleine
  • Pont Alexandre III
  • Le Petit Palais
  • Le Grand Palais
  • Place Igor Stravinsky
  • Jardin du Palais Royal
  • Place des Victoires
  • Voyage de Noël – Gare Saint Lazare

Benim gezmekten görmekten en çok zevk aldığım bölgeler; caddelerinin, sokaklarının üzerinde sıra sıra cafeler, küçük tarz dükkanlar ve büyük markaların mağazalarının olduğu Latin Quarter ve Saint-Germain-des-Prés bölgeleriydi. Bu bölgelerin ortasında bulunan Jardin du Luksembourg ise sayfiye yeri gibi dinlendiriciydi. Gördüğünüz her pasaja girmenizi tavsiye ederim, güzel süprizlerle karşılaşabilirsiniz.

İşinize yarayacak Fransızca kelimeler

  • place – meydan
  • jardin – bahçe
  • palais -saray
  • quai – liman
  • pont – köprü
  • rue – cadde
  • Boulevard – bulvar
  • fontaine – çeşme (havuz)
  • Arrondissement – bölge
  • oui – evet
  • aucun – hayır
  • merci – teşekkürler
  • L’addition s’il vous plaît – hesap lütfen
  • pardon
  • bonjour – merhaba, günaydın
  • bonsoir – iyi akşamlar
  • au revoir – güle güle

Telaffuzun ne kadar farklı olduğunu hatırlatmam gerektiğini düşünüyorum. O kadar farklı ki, metroda giderken, durağım geldiğinde anonstan duyar inerim diye düşünüp bir kaç kez durağı kaçırdığım oldu.

Paris sokak modası
Erkekler için: Espadril, çorapsız olarak giyilmiş. Bilekler gözükecek şekilde dar paça pantolon, eğer pantolon uzunsa bileklerden kıvrılınır. Üstte gömlek ya da baskısız t-shirt, çizgili olabilir. Hava serinse boyunda şal, güneşliyse yüzde güneş gözlüğü. Örnek.
Kadınlar için: Yaşadınız, gözenekleriniz nefes alacak! Yüzünüzü o iğrenç fondotenlerle boyamanıza, saçlarınızı fönle mahvedip bir örnek olmanıza gerek kalmayacak. Parisli kadınlar, doğal görünümden yana; saçlarını dağınık toplayıp yüzlerindeki ufak tefek pürüzlere aldırmayarak hafif makyajla çıkıyorlar sokağa. Yine ayaklarda espadril ya da babet, hava çok sıcak değilse skinny jeans, şık bir bluz ve tabi ki şal, hava sıcaksa tiril tiril bir elbise ya da şort ve çizgili t-shirt. Örnek. Saçlarda bir bant olabilir, omuzlarda her daim büyük çantalar! Eh tabi büyük güneş gözlüklerini de unutmamak lazım. Bir de fazla gülümsemeyen bir surat ifadesi! Cool olun!

Ben, hani şu karikatürlerdeki üzerinde yağmurla dolaşan insanların tersine, üzerimde güneşle dolaşan biri olduğum için 4 gün boyunca Paris`te hiç yağmura yakalanmadım, sıcaklıklar son 10 senenin en yükseğinde ve hava güneşliydi. Siz o kadar şanslı olmayacaksınız. Bu yüzden yanınıza mutlaka şemsiye ve yağmurluk alın. Paris`e gidip de yağmura yakalanmayan arkadaşım yok.
Mecazi anlamda da üzerimde güneşle dolaştığımı söyleyebilirim. Tatillerim hep çok şanslı geçer, tesadüfen dahil olduğum küçük etkinlikler beni çok mutlu eder.

Unutmadan; çoğu yerde İngilizce menü yok! Ben, Paris`e gitmeden önceden her yerde Parislilerin, dolayısıyla Parisli garsonların çok kaba olduğunu okuduğumdan tedbirli davranıp cafelerin internet sitelerine girip menüleri Fransızcadan İngilizceye çevirmiştim google translate ile fakat hiç bana kaba davranan Paris`liye rastlamadım. Korkmanıza gerek yok, garsonlar yardımcı oluyorlar.

Her yere metroyla gidebilirsiniz, çok geniş bir metro ağı var yalnız metrolar eski ve pis, pek güvenli olduğunu da söyleyemeyeceğim. Bir kere bir zencinin elini çantamda yakaladım, diğer bir zenci -metro görevlisi- beni kurtardı. Bulunduğunuz bölgeye bağlı olarak, zenciler ve arapların sözlü tacizleriyle de karşı karşıya kalabilirsiniz. Çok faşist bir söylem oldu fakat böyle, bu onların suçu değil ama böyle. Onları yadırgamıyorum. Yüzyılların verdiği sömürülmüşlük, ezilmişlik ve aşağılanmışlık duygularının karşısında gelişen duygular doğal olarak sevginin karşıtı duygular oluyor. Beyazların başlattığı, kendinden olmayana karşı hoşgörüsüzlük davranışını siyahlar sürdürüyor. Her iki taraf da karşı tarafın mahallesinde dışlanıyor. Yalnız olduğum için, güvenlik yüzünden ve yürümeyi sevdiğimden çoğu zaman yürümeyi tercih ettim. Metrolarda her daim anons edildiği gibi “Please keep your belongings at all time”. Yürümeyi seviyorsanız 3-5 günlük Paris Visite kartı yerine benim yaptığım gibi 10lu bilet (Ticket t+) alabilirsiniz. Bilgi için: http://www.ratp.fr/en/ratp/r_61584/buy-your-tickets/

Bir Parizyenden öğrendiğimi aktarıyorum; otel seçmek için en iyi bölgeler; 1, 6 ya da 8.

Bir çok cafenin, sokağın, binanın, mağazanın başında “Petit” var. Parisliler küçük şeyleri seviyorlar anlaşılan. Kendime bir pay çıkarmalı mıyım acaba? 🙂

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Londra 2011 yazı – devam

Bugün Tower Hill yakınlarındaki evimden çıkarken şöyle düşündüm; kahvaltı için borough markete giderim, ardından hyde parka. Metro yerine otobüse binmek istedim. Yerin dibinden gidince etrafı göremiyorsun. Metro istasyonunda oyster`ımı (akbil) doldurup RV1e bindim. Borough markette indim, 2 sene önce geldiğimde burdan kahvaltılık güzel şeyler aldığımızı hatırlıyorum. Yemek pazarı burası. Pazarın yarısı tadilattaymış, açık olan yarısını gezdim, pek kahvaltılık bir şey bulamadım. Domates peynirli pie ve portakal suyuyla kahvaltımı bitirdikten sonra southwark cathedralinin bahçesine girdim, bayağı kalabalıktı, insanlar pazardan aldıkları şeyleri burada yiyorlar. Cathedralin içine girdim, düğün varmış =) Ziyaretçileri en arka sıraya kabul ettiler. Kahvaltı hayal kırıklığına uğratmıştı ama bu düğünü izlemek değişik bir tecrübe oldu. Buraya bunun için gelmişim dedim =) Gelin vintage bir elbise giymiş, kadın davetlilerin nerdeyse hepsinde şapka vardı, gelin dahil. Erkek davetliler ve damat smokin giymişler. Kilisenin korosu var, sesleri çok güzel, kesin eğitimliler. Gelin ve damat pederin önünde diz çökmüş, Peder dua ediyor, bazen kalabalık tekrar ediyor. Bazen ayağa kalkıyorlar. Düğün bitti, hyde parka da otobüsle gideyim dedim, durak üzerindeki otobüslere baktım, hyde park yakınından geçen bir otobüs yoktu. Tekrar RV1e binip covent garden`a devam ettim, oradan trafalgar square`e yürürüm, ordan her yere otobüs var diye düşündüm. Trafalgar`a yürürken farkettim, yollar bomboş ve kapalı. Trafalgar`da gay yürüyüşü varmış, senede bir yapılan. Onu izledim bir kaç saat. Çok renkli tipler geçiyor, ayrıca bir sürü şirket. Şirketlerin geçme sebebi; biz gaylere ayrımcılık yapmıyoruz, onları da çalıştırıyoruz. Ayrıca bedava reklam yapmış oluyorlar. British airways, üniversiteler, kolejler, tesco, bir sürü dernek, futbolcudan yüzücüye bir sürü sporcular, spor kulüpleri, sadece yürüyüş yapmıyorlar, şov yapıyorlar. Kilise ve politikacılar bile vardı göstericiler arasında. “it`s ok to be diffrent”, “love doesn`t exclude”, “love is a human right”, “some people are gay, get over it”. Çok az polis vardı alanda, genelde sivil görevliler vardı, sürekli gülümseyen, göstericilerle iyi anlaşan. Güzel organizasyondu.

Hyde parka gitmekten vazgeçip Trafalgardan aşağı yürüdüm, st james parka gittim. Parkta takıldım bir kaç saat. İçinde çeşitli ördekler olan bir göleti var, oturdum etrafı izledim. Sonra parkın dışına yürüyüp bir kafeden yiyecek bir şey aldım, tekrar parka geldim, çimlere oturdum, tam yemek yemeğe başladım, yaklaşık 20 kişilik bir klasik müzik orkestrası geldi, çalmaya başladılar. Dedim yemek müziğine gerek yoktu, sağolun! =))

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Londra 2011 yazı – Londra`da bir başına

Haziran sonu, Temmuz başı, Oxford st’de alışveriş çılgınlığı. İndirimler yüzünden tüm hatunlar ve gayler mağazaları doldurmuş, adım atılmıyor ne sokakta ne mağazalarda. Sokak dediğim Oxford St; 2.5 kmlik dünyanın en büyük high street`lerinden biri. Londranın erkekleri de kadınlardan geri kalmıyor, trendleri takip ediyolar, bakıyolar kendilerine. Okul Oxford St üzerinde olduğundan kurs çıkışı dayanamayıp, öğretmenin bahsettiği tasarım butiklerine gitmeyi erteleyip, indirimlere ben de kendimi kaptırıyorum.

Burada aynı gün içinde güneş, yağmur, bulut, sıcak, soğuk, hepsini görüyorsun. Aynı gün içinde neredeyse 3 mevsim yaşayabiliyosun. Neyse ki kar yağmıyor, o da olsa 4 mevsim olacaktı. Hatunların derisi vernikle kaplı olmalı ki incecik giysilerle üşümüyorlar. Cuma, Cumartesi ise akşamları neredeyse hiç bir şey giyinmiyorlar. Güneş varken iyi de, bulut olunca, hele akşam olunca buz gibi oluyor hava. Burada 11-12 gibi akşam oluyor, hava ancak kararıyor.

Akşamları gencinden yaşlısına herkes publarda Londra`da. Her yerde pub var, merkez dışında da her mahallenin pubı var. Buradaki pub kültürü, Türkiye`deki kahvehane kültürü gibi, kadınların da girebildiği kahveler düşünün. Merkezdeki publara herkes gidiyor, mahalle publarına ağırlıklı olarak mahalleliler gidiyor, herkes birbirini tanıyor. Mahalle publarında bilardo, domino, dart vb oyuncaklar var. Sabah kahvaltı için mahallenin pubına gittiğinizde -evet kahvaltı servisi bile var, her saat açıklar- saat 8de bira içen yaşlılarla karşılaşıyorsunuz. Hepsi ayrı masada oturuyor. Yalnız kalmaya alışmışlar. Aynı masaya oturup sohbet etmek yok. Gerçi her gün her gün ne konuşacaklar… Masadan masaya sesleniyorlar bazen. Sabahın köründe içki içmeleri de garip. İlk bakışta acıyorsun; yazık bir yakını yok mu bunun, yoksa bile niye yan masadaki diğer yaşlıyla konuşmuyor, looser diyorsun içinden. Alkolik tipli değiller. Biraya alışmış olmalılar, Türklerin çay içtiği gibi bira içiyorlar.

Londra da İstanbul gibi bölgesine göre değişiyor. Merkez daha güvenli. İngilizlerin oturduğu bölgeler var; Arap, Afrikalı, Çinli, Türklerin oturduğu bölgeler var. Arada çok fark var. Nerden biliyorum; yanlış otobüse binip o kenar mahallelerin olduğu bir bölgeye gittim geçen gün. Bayağı korktum. Sicilya`da bile bu kadar korkmamıştım.

Metro, Londra`nın mükemmel bir toplu taşıma aracı. Büyük kolaylık, çok hızlı. Rush hours denilen işe gidiş ve iş çıkış saatleri haricinde sakin oluyor fakat yerin dibinden gidince hiç bir şey göremiyorsunuz. Londra`ya turist olarak geldiyseniz otobüslere binin. ikinci katında etrafı seyrede seyrede gidin. Rush hoursda otobüse kesinlikle binmemek lazım çünkü feci trafik oluyor. Turistseniz rush hoursda araçla seyahat etmeyin, yürüyün ya da durun. Rush hoursda metro, bizim metrobüslerden kat be kat daha kötü. Daha metro istasyonunda sıra başlıyor. Sabah 9, akşam 6 çok tehlikeli saatler. Tabi sabah işe giden takım elbiseli yakışıklı İngiliz erkeklerine sıkça rastlamak moralinizi düzeltebiliyor. Bir de metrodan inerken size gülümseyip giderlerse… Hiç rahatsız etmeden, sadece gülümseyip…

İngilizler çok kibar insanlar, sürekli teşekkür ediyorlar. Her dakika “excuse me”, “sorry”, “thank you”. “Thanks” bile değil, “thank you”! Resmi insanlar. Eminim ki kendilerini diğer milletlerden üstün görüyorlar. Bazıları ukalalıklarıyla bunu belli ediyor.

Her Avrupa ülkesinde olduğu gibi burada da yaya geçidinde arabalar duruyorlar fakat yayalara kırmızı yanarken yola atlayan çok kişi gördüm, hem yabancı, hem İngiliz.

Geri dönüşüm olayına önem veriyolar. Her yerde geri dönüşümlü çöp kutuları var, normal çöp kutularının yanında.

Londra`daki müzeleri gez gez bitmez. Her şeyin bir müzesi var. Çok büyük, çok önemli müzeler var; Tate Modern, National Gallery başta olmak üzere. Burası bir modern sanat şehri, müzelerin dışında bir çok sergi, aktivite var. Bir sürü değişik tipe rastlamanız mümkün, özellikle Soho`da.

Adamların her şeyi değişik, trafiği ters, ölçüleri farklı, prizleri 3 delikli, voltajları farklı. Adaptörsüz gelmeyin, buradan benim gibi yanlış adaptörü satın almayın. 2 delikli 3 iğneli bir adaptör daha var burada, sadece diş fırçası ve traş makinesi içinmiş efendim, voltajı düşüren. Aksanları o kadar farklı ki sanki başka bir dil konuşuyorlar. Sınıfta bir İngiliz hatun var, söylediklerinin onda birini ancak anlıyorum. Muhtemelen aksanlarının farklılığına ek olarak hızlı konuştuklarında bazı harfleri, heceleri yutuyorlar. Anlaması iyice güç oluyor. Biraz çözdüm sanırım; vurgu ikinci hecede, vurgulu hecedeki sesli harfler uzatılıyor. Dudaklarınızı önde birleştirin, biraz da kusma efekti verin, abartılı yapmacık mimikler kullanın, tamamdır, İngiliz aksanıyla konuşabilirsiniz. Örnek: Hello=Heloööğğğ, No=Noööğğğ, Black=bleeeğğk

Kola istiyorsanız, Kooöğk diye uzatın, Kok demeyin, Cock anlamına geliyor.